Ermenistan'da Hıristiyan inancı, II. ve III. yüz yıllarda hızla ilerlemiş ve III. yüz yılın sonlarında (287 yılında) ya da IV. yüz yılın basında (301 yılında), Hıristiyanlık resmi din olarak Ermeni ulusunca kabul edilmişti. Hıristiyan inancına bağlı akımlar, Kuzey-Bati yönünden "Helen Tipi" ve Güney-Bati yönünden "Suriye Tipi" biçimlerinde Ermenistan 'a girip tüm IV. yüz yıl süresince yan yana var olmuşlardı. Ayrıca pagan inançlar da Hıristiyanlığın kabul edilmesinden çok sonralarına kadar etkisini sürdürmeyi başarmıştı. Öteden beri süregelen Zerdüştçü ve Mazdeist kurum ve gelenekler de bir anda sökülüp atılamamıştı. Hıristiyanlığın tüm kültürel, sosyal ve politik gerekleriyle birden kabul edilmesinden sonra, Ermenilerin Bati'ya yönelmeleri kaçınılmaz olmuştu. Hıristiyan inancının korunması için eski inançlar zamanla Batili bir yaklaşıma dönüştürülmüştü. Bu düzeni sürdürmek için Ermenistan 'ın güçlü Hıristiyan komşuları sık sık Ermeni Kilisesinin yasam alanına müdahale etmişler, dogmatik çekişmelerde çeşitli gerekçelerle kendileri için elverişli olan çözümleri sağlamak için baskı uygulamışlardı. Bu gelişmelere rağmen, Ermeniler arasında artan Hıristiyan etki dalgasını dengelemek üzere politik ve dinsel akımlar ortaya çıkmıştı. Bir akım, pagan inançlarının yeniden canlanması için harekete geçerken, bir diğeri, Hıristiyanlığı denetimi altına almak isteyerek, Hıristiyan inançlarının en koyu bir biçimde savunmasını yüklenmişti. Ermeni Kilisesinin başlangıç tarihi, çok sayıda dinsel akımla birlikte, ruhban sınıfı karşıtı çekişmeler ve aralarındaki ilişkilerin belirlenmesi çok zor olan tarikatlar karmaşasını içerir. Bu tarikatların eğilimleri ya Hıristiyanlığın ahlak öğretisini asan, çarpıtan ve bu öğretiye karşı duran, ya da kilise uygulamalarından daha fazla bir tutuculuğu içeren aşırılıklara yönelmekteydi. Maniciler, Messalianlar, Montanistler, Tondraklar, Borboritler ve Paflikyanlar gibi çeşitli tarikatlar Ermenistan 'da verimli bir ortam bulmuşlardı.
Helenizm ve Gnosis
Hıristiyanlık, Kudüs 'ün I.S. 70 yılında yıkılmasından sonra kendini Yahudi etki alanından kurtarmış olarak, ancak çevresindeki Helenizm'in inanç ve düşünceleriyle ilişki içinde bulmuştu. Bu yeni olgu, Hıristiyan inancını bozabilecek tehditler içeriyordu. İlk yılların Hıristiyan Kilisesinin ilk girişimi, kendini Helenizm ruhuna kolayca teslim etmemek için çabalamak oldu. Hıristiyanlık, Yahudi kalıbında kalsaydı yayılamayacaktı. Kolaylıkla Helen kültürünü benimsemiş olsaydı, yine günümüzdeki durumundan çok farklı bir konumda olacaktı. Gerçeklesen gelişim, erken Hıristiyan inancıyla Helenizm arasında beliren bir sentezdir. Helen dünyasında oldukça yaygın olan Gnostisizm, I.S. 80 ile 150 yılları arasında Hıristiyanlığın gizemci uygulamaları için kullanılmış bir ad olup, aslında Hıristiyan Kilisesinin en korkulacak rakibi durumundaydı. Gnostik akımınn yandaşları, Kilise'nin basit inancını hiçe sayan gizli bir bilginin (Gnosis) sahibi oldukları savıyla ortalıktaydılar. Yeni-Platonculuk 'tan, Helenleşmiş Zerdüşt inancından ve Yahudilik 'ten aktarılmış sistematik bir öğreti durumuna ulasan Gnostisizm, bir tür kozmolojik yaklaşım ortaya koymuştu. Bu yaklaşım, tinsel unsurların maddenin tutsaklığından zamanla kurtulması görüsünü içeriyordu. Bu düşünce, Basilides ve Valentinus'un kurduğu Gnostik gruplarda, İsa 'nın insan biçiminde belirmesini reddetmeye kadar vardırılmıştı. Gnostisizm, Ermeni tarikatları üzerinde de önemli bir etkiye sahip olmuştu. Örneğin Messalianlar, Gnostisizmin etkisinde kalmış bir dilenci tarikatıydı. Önerdikleri köktenci inanç biçimi, dünyadan tümüyle koparak, insanin kurtuluşu sorunun çözümleneceği yolundaydı. Messalianizm, tam anlamıyla bu dünyaya ait her türlü çalışma ve etkinlik biçimlerinin inkârına dayanan bir dinsel akımdı.
Paflikyanlar
Manicilikten türemiş düalist bir Ermeni tarikatıdır Paflikyanlar. Paflikyan (Pavlikyan, Bavlikyan) ya da "Paulician " adının kökeni karanlıktır. Gibbon, bu adın "Aziz Pavlus 'un öğrencileri " anlamına geldiğini belirtir. Paflikyanların bu havari iç in besledikleri özel ilgi ve tüm Paflikyan önderlerinin Aziz Pavlus 'un öğrencilerinden birinin adını almaları bu görüsü desteklemektedir. Ancak, Paflikyanların düşmanları tarafından kullanılan biçimi ile "Paulikianoi" adı oldukça ilginçtir ve bu terimin "Samsat 'li Pavlus 'un izleyicileri " anlamına geldiği ileri sürülmüştür. Oysa Samsat 'li Pavlus 'un öğretisi ile Paflikyanların hiçbir bağlantısı yoktur. Photius 'un aktardıklarına göre ise, Samsatlı Kallinice adli Manici bir kadın Pavlus ve Yohan adli iki oğlunu bu öğretiyi yaymak üzere Ermenistan 'a göndermiştir ve Paflikyanların adı iste bu Pavlus 'den gelmektedir. Ancak, bunun sadece bir öykü olduğu ve bu kişilerin gerçekten var olmadıkları tarihçiler tarafından ileri sürülmüştür. Konunun uzmanlarından Ter-Mkrttschian, Paulician adının Ermenice'de "küçük Pavlus'un izleyicileri" anlamına geldiğini belirtmekte, ancak bu küçük Pavlus'un kim olduğu konusuna bir açıklık getirememektedir. Paflikyan adı ilk kez, 719 yılında Ermeni Kilisesinin Duin Sinod 'unda kullanılmış ve bu Sinod'da "hiç kimse Paflikyan denilen kötü sapkınların evini ziyaret etmeyecek" biçiminde bir kural konulmuştur.
Paflikyanların Tarihi
Kendi adını Silvanus olarak değiştiren Mananali'li Constantine, Colonia yakınlarındaki Kibossa'da ilk Paflikyan topluluğunu bir araya getiren kişidir. Öğretisini yaymaya 657 yılında başlamıştır. Kendisi kitap yazmadığı gibi, tüm öğrencilerinin sadece İncil'i esas almalarını istemiştir. Constantine'den sonra Paflikyanların önderliğini Symeon-Titus üstlenmiştir. Aslında Bizans tarafından Paflikyanları yok etme görevi ile gönderilen Symeon, Constantine 'i 684 yılında öldürdükten sonra inancını değiştirmiş ve Paflikyanlara katılmıştır. Ne var ki, 690 yılında Symeon-Titus da, Bizans görevlileri tarafından öldürülmüştür. Bundan sonra ciddi bir bocalama dönemi geçiren tarikat, 715 yılında Pavlus adli bir kişinin önderliğinde Phanaroea yakanlarındaki Episparis 'te yeniden toparlanmıştır. Akımin adının bu Pavlus'tan kaynaklandığı da ileri sürülmektedir. Pavlus ölünce iki oğlu, Gegnesius-Timothy ile Theodore, önderlik için kavgaya tutulmuşlar ve Gegnesius, 717 yılında İstanbul 'a giderek imparator III. Leo ve patrik I.Germanius'u kendisinin bir Ortodoks olduğuna inandırmış, bir imparatorluk birliği ile Mananali'ye geri dönerek Theodore 'u yenilgiye uğratmıştır. Paflikyanların başına geçen Gegnesius bir süre sonra ölmüş, bu kez de onun iki oğlu, Zachary ve Joseph-Epaphroditius arasında kavga çıkmıştır. Kısa zaman sonra Zachary ve izleyenleri Müslüman orduları tarafından yok edilince, tüm Paflikyanlar yine Joseph'in önderliğinde birlenmişlerdir. Joseph, tüm Anadolu'da Paflikyan toplulukları oluşturmayı başarmıştır. Ne var ki, Joseph'ten sonra basa geçen Vahan zamanında tarikat hem sayıca ve hem de etki olarak gerilemistir. Bu dönemde ortaya çıkan Sergius-Tychius adli bir kişi, Vahan'dan ayrılarak, Paflikyan tarikatını güçlendirmek ve reforme etmek için harekete geçmiştir. Paflikyanlar, "Vahanitler " ve "Sergitler" olmak üzere ikiye bölünmüştür. Sergitler, kısa süre içinde başarılı olmuşlar ve rakiplerini neredeyse tümüyle ortadan kaldırmışlardır. Bu dönemde Paflikyanlar, Bizans İmparatorlugu'nun bazen baskısı, bazen de koruması altında kalmaktaydılar. IV. Constantine ve II. Justinian, Paflikyanlara şiddetli bir baskı uygulamıştı. III. Leo ve onu izleyen "Ikona Kirici " (Iconoclast) imparatorlar ise, genellikle Paflikyanlara sempati beslemişlerdir. I. Nicephorus, Paflikyanları Phrygia ve Lycaonia yörelerinde asker olarak kullanmak istemiştir. I. Michael, yeniden Paflikyanlara karşı şiddet uygulamasına başlamış, özellikle V. Leo, kendisinin de bir Paflikyan olduğu iddialarını yalanlamak amacıyla, müthiş bir Paflikyan avına çıkmıştır. Bu dönemde bir çok Paflikyan, Bizans'tan kaçarak Müslümanlara sığınmıştır. Sergius 835 yılında öldürülmüştür. İmparatoriçe Theodora zamanında da baskı sürmüş, Karbeas yönetiminde isyan eden Paflikyanlar kitle halinde Müslüman topraklarına göç etmişlerdir. Artık Bizans'ın kanlı düşmanı durumuna gelen Paflikyanlar, Müslümanlar tarafından desteklenmişlerdir. Tephrike'de (Divrigi) bir kale kuran Paflikyanlar, sürekli olarak Bizans topraklarını yağmalamışlar, giderek etkilerini arttırarak politik bir güç durumuna yükselmişlerdir. İmparator I. Basil zamanında, Paflikyan ordusu Anadolu'yu boydan boya geçerek Efes 'e kadar gelmiş, İzmit'i işgal ederek neredeyse İstanbul'un karşı kıyılarına kadar ulaşmıştır. Ancak sonunda yenilgiden kurtulamamışlar ve 871 yılında Tephrike kalesi yerle bir edilmiştir. Bu durum tarikatın askeri gücünü yok etmiştir. Paflikyanlar Anadolu'nun çeşitli yörelerine dağılmışlardır. V. Constantine ve I. Johannes, Paflikyanları kitleler halinde Trakya 'ya, özellikle Filibe kenti ve çevresine göçe zorlamışlar ve Slavlara karşı askeri güç olarak kullanmışlardır. Dokuzuncu ve Onuncu yüz yıllar süresince Bizans yönetimi ve Kilisesi, Anadolu ve Trakya 'daki Paflikyanlar ile uğraşmış, onları Ortodoks inancına çekebilmek için sürekli çaba harcanmıştır. Ermenistan 'da Paflikyan hareketi, dokuzuncu yüz yılda Smbat adli bir kişinin kurduğu "Tondrak " tarikatı biçiminde varlığını sürdürmüştür. Trakya 'da ise zamanla yok olmuşlardır. Alexius Comnenus tarafından 1081 yılında Ortodoksluğa dönmeye ikna edildikleri ileri sürülmüştür. Onuncu yüz yıldan sonra, tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Ancak, öğretilerinin izleri bir çok yerde görülmüştür. Bulgaristan 'daki Bogomil tarikata Paflikyanların devamıdır. Bogomiller, Ortaçağ boyunca Batıya doğru öğretilerini yaymışlar, Katharlar (Albililer) ve diğer Manici akımları etkilemişlerdir. Ermenistan 'da da Paflikyanlardan türeyen benzer tarikatların günümüze kadar varlıklarını sürdürdükleri kabul edilmektedir. Yüz yıllar sonra, 1717 yılında Lady Mary Wortley Montagu, İstanbul'a gelirken Filibe'de durakladığında, aynen şunları yazıyor: "Filibe'de kendilerine Paulin adını veren bir tarikat buldum. Bunlar eski bir kiliseyi göstererek Aziz Pavlus'un burada vaaz verdiğini söylüyorlar. Pavlus, bunların en makbul azizleridir..."
Paflikyanların Öğretisi
Paflikyan öğretisinin temel görüsü, maddi dünyayı yaratan ve yöneten Tanrı ile tapılması gereken, ruhları yaratan göklerin Tanrısı arasındaki ayrımdır. Paflikyanlara göre tüm maddi varlıklar kötüdür. Bu yaklaşım Paflikyanların, Manicilikten etkilenen akımlardan biri olarak kabul edilmeleri gerektiğini ortaya koyar. Ancak, Paflikyan öğretisinde güçlü bir "Marcionist " etki de vardır. Eski Ahit 'i kabul etmezler, İsa 'nın yeniden doğacağına inanmazlar; Paflikyanlara göre İsa Tanrı 'nın dünyaya gönderdiği bir melektir ve gerçek annesi göklerdeki Kudüs 'tür; İsa 'nın tüm eseri yaydığı öğretisidir; İsa 'ya inanmak insani son yargıdan kurtarır; gerçek vaftiz İsa 'nın sözlerini duymakla olur. Paflikyanlar haça değer vermezler, yalnızca İncil 'in bir kısmına inanırlar; İsa 'yı reddettiği için Aziz Petrus 'un mektuplarını dikkate almazlar; yalnızca Luka İncili ve Pavlus 'un mektuplarına değer verirler. Tüm resim ve heykellere karşıdırlar. Maddi dünyaya ait her şeyin sadece simgesel bir değeri vardır. Bu bakımdan, Paflikyanlar Kiliseyi de, Kilisenin geleneklerini, dogmalarını, kurumlarını, ruhban sınıfını da reddedişlerdi. Onlara göre, herkes kutsal metinleri okuyup yorumlama hakkına sahiptir. Paflikyanlar kendilerini kabul ettirmek için çok şiddetli bir misyoner etkinliği göstermişlerdi. Ayrıca korku duyulan savaşçılar olup, bu nitelik kuskusuz bulundukları bölgenin coğrafyasından kaynaklanıyordu. Zira Paflikyanlar, dinleri ve uygarlıkları ayıran bir sinir üzerinde yer alıyorlardı. Akımin bu militan görünümü, toplumsal alanda da radikal bir ideoloji ile kokuttu. Yeryüzünde tüm tinsel yetkeyi reddettikleri için, dünyasal iktidar ve politik hakların varlık nedenini de inkar ediyorlardı. Böylece, dinsel düzeydeki eşitlikçiliğe, toplumsal düzeyde de bir eşitlikçi anarşizm eklenmekteydi. Paflikyanlara göre, tüm Kilise hiyerarşisi kötüdür, ayni biçimde tüm ayinler ve kutsal eşyalar da reddedilmelidir. Örgütlenmelerinde en önde gelen kişiler, tarikatın farklı yörelerdeki kurucularıdır. Bu kurucu azizler, genellikle adlarını Aziz Pavlus 'un görencilerinden alırlar ve onların yeniden dünyaya gelmiş ruhlarını taşıdıklarını ileri sürerler. Azizlerden sonra, bir konsil oluşturan "synechdemoi " (yoldaşlar) ile toplantılarda düzeni sağlayan "notarioi " gelir. Toplantılarını kiliselerde değil, "proseuchai "nde (dua evleri) yaparlar. Baskı altındayken inançlarını saklamanın ve hatta reddetmenin doğru olduğuna inanırlar. Bu nedenle, dışardan Kiliseye bağlı bir görünüm sunarken, gizlice Paflikyan inançlarını sürdürebilmişlerdir. Ülküleri, tüm irk ayrımlarını giderecek olan inananların tinsel birliğine ulaşmaktır. Düşmanları Paflikyanları sürekli ahlaksızlıkla suçlamışlardır. Hatta dua evlerinde bile ahlâksız davranışlarda bulundukları ileri sürülmüştür. Kendilerinin "Hıristiyan " adından başka bir adla çağırılmalarından hiç hoşlanmazlar. Harnack 'a göre Paflikyanlar, "Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlığı reddeden, hiyerarşi karşıtı düalist Puritanlardır ". Gibbon 'dan beri Paflikyanlar, ilk ve saf Hıristiyanlığı sürdürmeye çalışan, düşmanları tarafından baskı ve ıstırap altında yasamak zorunda bıraktırılmış, İncil 'e bağlı iyi insanlar olarak kabul edilmektedirler. Conybeare, Paflikyanları Adopsiyonistler 'in devamı olarak nitelendirir. Adeney ise Paflikyanları "Protestanliktan önceki Protestanlar " olarak değerlendirir.
8/29/2007
Bogomil
10. Yüz yılda Bulgaristan'da "Bogomiller" adı verilen yeni bir dinsel akımın gelişti. Akımın kurucusu Bogomil (Tanrı'nın sevdiği) adında bir köy papazıydı. Yaklaşık 930 yıllarında papaz Bogomil yoksulluk, alçakgönüllülük, dua ve tövbe ile geçen bir yaşamı vaaz etmeye koyulmuştu.
Bulgar Çariçesi Maria-Irena'nin amcası İstanbul Patriği Theophilaktes, damadı Bulgar Çarı Petro'dan iki endişe dolu mektup alır. Çar, Bulgaristan'da ortaya çıkmış yeni bir dinsel, ama Kilise karşıtı akımı anlatmakta ve bu akımla Nasıl bas edilmesi gerektiğini sormaktadır. Konuya eğilen Patrik, bu akımın Paflikyanlar'ın yeniden canlanması olduğuna karar verir. 954 Tarihli yanıtında, bu akımı iyi bildiğini ve bu kişilerin Kilise öğretisine geri çağrılmaları gerektiğini yazar. Ancak Patrik'in yanıtı, bu akımı alışılagelmiş bir sapkınlık olarak açıklamasına karşın, bunun Bulgaristan'da yeni ortaya çıkısına şaşırdığını ve bundan pek etkilendiğini açıkça sergilemektedir.
Bogomilizm'den ikinci kez söz eden kişi bir Ortodoks Bulgar papazı olan Kozmas'tır: "Çar Petro 'nun zamanında Bulgaristan'da Bogomil adlı bir papaz yasıyordu. O, Bulgaristan'a sapkınlığı eken ilk kişiydi". Kozmas, bu satırları içeren ve 977 yılında kaleme aldığı risalesinde, Bogomilizm'in yeşermesine olanak sağlayan Ortodoks Kilisesinin tembellik ve savurganlığına çatmaktadır.
Bogomil'e göre dünya kötüydü, çünkü İsa'nın kardeşi ve Tanrı'nın diğer oğlu olan "Satanael" (Şeytan) tarafından yaratılmıştı; Şeytan, Eski Ahitteki kıyıcı Tanrı "Yehova" dan başkası değildi. Büyük olasılıkla Bogomil, 6. ile 10. yüzyıllar arasında Anadolu'da yaygın olan Paflikyanlar'in ve Messalianlar'in düalist inançlarından etkilenmişti. Bogomil akiminin inanışlarına göre Ortodoks kilisesinin törenleri, kutsal eşyalar ve ikonalar, Aslında Şeytan tarafından yaratıldıkları için anlamsız ve yararsızdılar; Haçtan da nefret etmek gerekliydi, zira İsa Haçın üzerinde işkence çekmiş ve öldürülmüştü; Geçerli olan tek dua, gece ve gündüz dörder kez yinelenmesi gereken "Bizim Babamız" duasıydı.
Bogomiller'in kozmolojik ilkeleri arasında Baba ile iki oğlu önde geliyordu. Baba süper kozmik yörelerde, İsa göklerde, Satanael adlı büyük oğul dünyada egemendiler. Satanael adı, "Tanrı'ya karşı gelen" anlamına geliyordu. Çoğu Düalist topluluklar her iki oğlu da, küçüğünü sevgiden büyüğünü ise korkudan, yüceltiyorlardı.
Paflikyanlar'in Şeytanı Tanrı'nın büyük oğlu olarak gördüklerine dair bir kanıt yoktur. Bu nedenle söz konusu öğretinin kökeni doğrudan Bogomiller'e dayandırılır. Doğal olarak Bogomiller, hiç kuskusuz Şeytanin kötülük ortakları olarak toprak ağalarını ve soyluları görüyorlar; yeryüzünün tüm mallarını ve zenginliklerini reddediyorlardı. "Eğer iyi bir Tanrı varsa, kötülükler nereden geliyor?" İşte Bogomiller'in yanıt bulmaya çabaladıkları soru buydu.
9. ve 10. yüz yıllarda Trakya'daki koşullar feodalitenin gelişmesine elverişliydi. Küçük toprak sahibi köylülerin aleyhine güçlü bir feodalitenin boy vermesi, köylü sınıfının sefaletine neden olmaktaydı. Bölgenin sahne olduğu sürekli savaş durumu halkın omuzlarına her gün artan vergiler yüklemekte, yoksulluğa düşen köylüler bir koruyucu (prostasia) aramak zorunda kalmaktaydılar. Aşırı ölçüde sert geçen 927-928 yılı kişini izleyen korkunç bir kıtlık ve veba ile birkaç yıl yinelenen kötü hasat, feodal sınıfa halka ait toprakları olabildiğince düşük fiyatlarla ya da birkaç besin maddesi karşılığında satın alma olanağını vermişti. Bu ekonomik koşullar hiç kuskusuz Bogomil propagandasının yayılmasına yardımcı olmaktaydı. yaygın sefalet, bir yandan Bogomiller 'in çağrısına uygun zemin hazırlarken, diğer yandan gelişen bir feodalitenin oluşmasını hızlandırıyordu. Tüm kudret ve zenginlikler bir azınlığın elinde toplanıyordu. Bu sosyal dengesizlik Bogomiller'in sert karşı çıkışlarına yol açmaktaydı.
Bogomil inancının sosyo-politik temeli, Bulgar köylüsünün toprak ağalarına karsı gelişen tepkisi olmuştur. Bu tepki yadsıyıcı, olumsuz, bozguncu bir tepkiydi ve hiç kuskusuz Çar Petro ve oğullarının dönemlerinde Bulgaristan'ın gerilemesine yol açmıştı. Kozmas'ın risalesini yazdığı dönemde Bogomilizm yeni gelişen bir akımdı ve kısa süre önce Bizans İmparatoru Yohan Tzimises, Philippopolis (Filibe) civarındaki yörelere Paflikyanlar'ı göçe zorlamıştı. Bu bağlamda, hoşnutsuzluk yaratan ekonomik durumun ve yörede aniden ortaya çıkan düalist Paflikyan inançlarının Bogomilizm'in temelini oluşturduğu düşünülebilir. Genel kural olarak Bogomil öğretisi, Gnostik akımlardan aktarılmış düalizm ile olabildiğince tam uygulanması istenen Hıristiyan öğretisinin arasındaki gizli ya da açık karsılaştırmalarda belirginleşiyor. Bir akımın ilerleyip gelişmesi, yalnızca diş etkiler ve üyelerinin ateşli çabalarıyla açıklanamaz. Ortam elverişli, insanlar etkilenmeye hazır olmalıdır. Bu koşullar, o dönemde Bulgaristan ve Bosna'da yeterince bulunuyordu.
Bogomiller ne et yiyorlar, ne de şarap içiyorlardı; evliliğe de karsıydılar. Topluluklarında hiyerarşik bir düzen yoktu. Birbirlerine günah çıkartıyorlar, birbirlerini affediyorlardı. Zenginleri eleştiriyorlar, soyluları aşağılıyorlar ve sıradan insanları, edilgin bir direniş göstererek, efendilerine bas kaldırmaya davet ediyorlardı. Bogomil akiminin basarisi, Kilisenin zenginlik ve ihtişamı ile papazların değersizliklerinin yarattığı düş kırıklığından kaynaklanan toplu bir adanmışlıkla açıklanabilir. Ancak asil etken, giderek yoksullaşan ve toprak köleliğine bile razı olan Bulgar köylülerinin, toprak sahiplerine ve Bizans işbirlikçilerine duydukları nefretti.
Ortodoks inançlarına bu denli karsı çıkan bir öğretinin, ister istemez bölgenin sosyal yaşamının tüm öğeleri üzerinde önemli yankıları olmuştu. Özellikle Kilise ile Devlet çıkarlarının böylesine iç içe olduğu bir dönemde Ortodoks inancının reddi, kaçınılmaz olarak yasalara bir başkaldırı ve toplumsal düzenin tümüne yöneltilmiş bir meydan okumaydı. Bogomiller halkı sivil itaatsizliğe çağırıyorlardı: efendilerine itaat etmemeyi, zenginleri hor görmeyi, Çardan nefret etmeyi, Çar'a hizmet edenleri alçak olarak değerlendirmeyi, soyluları gülünç duruma düşürmeyi, her ırgata ağası için çalışmayı reddetmeyi öğütlüyorlardı. Bu sosyal anarşizme karsı Kilise, siyasi yetkenin kutsallığını ileri sürerek karsı çıkmaya çabalıyor, Çar ve soyluların Tanrı tarafından görevlendirildiklerini ileri sürüyordu.
Ancak bu toplumsal anarşizmin rolü abartılarak, Bogomiller Ortaçağın komünistleri gibi değerlendirilmemelidir. Bogomilizm'in eşitlik ilkesi, yoksulluk ve ahlaki saflık arayışlarından türemiştir. Feodaliteye karsı savaşımları adeta Yılık ve Kötülük arasındaki kozmik savasın toplumsal düzeye oturtulması gibidir. yalnızca bu anlamıyla bile Bogomilizm, feodalitenin gelişimine karsı koymuştur ama, esas olarak hiçbir zaman bir politik akım biçimine dönüşmemiştir. Bogomiller her şeyin üstünde dinsel vaizler olarak kalmışlar, sivil işlevlere ilgi duymamışlardır.
Gönüllü yoksullukla birlikte, çalışmanın Bogomiller tarafından hor görülmesi, gezgin keşiş tipini ortaya çıkarmıştır. Bu nitelik, Paflikyanlar'dan çok Messalianlar'a özgüdür. Bogomiller'in edilgin tutumları, onları Paflikyanlar'dan ayıran en önemli özellikleridir. Bogomiller'e verilen diğer bir ad olan ve Türkçe "torba" sözcüğünden türemiş olan "Torbeshi", gezgin Bogomil keşişlerinin omuzlarına astıkları ve içine aldıkları sadakaları koydukları torbadan kaynaklanmaktadır.
Günümüzde Torbeshi adı, Makedonya'nın Müslüman Bulgarları olan Pomak'lara verilen bir addır. Bizans İmparatoru II. Basil'in 1018 yılında Bulgaristan'ı fethinden sonra, birçok Bulgar soylusu zorla İstanbul'a yerleştirilmişti. Bu soylular ve hatta Bazı Bizanslı papazlar tarafından kabul edilen Bogomilizm kendi teolojisini geliştirme çabasını sürdürdü. Ne var ki, bu teolojik çabalar sonunda Bogomil akımı ikiye bölündü. Şeytanin yetkesini kabul ederek, onu ezeli ve mutlak bir Tanrı olarak görenler "Dragovitsa Kilisesi " adıyla örgütlendiler (Dragovitsa, Trakya ile Makedonya sınırı üzerinde bulunan bir köyün adıydı). Şeytani İsa 'nın kötü kardeşi olarak gören eski Bogomiller ise "Bulgarlar" adını aldılar. Dragovitsa kolunun mutlak bir düalizmi, Bulgarların ise ilimli bir düalizmi savunmalarına karşın, iki grup birbirine hoşgörü ile bakmaktaydı. Bu dönemde Bogomilizm hızlı bir atılım gösterdi ; üyelerinin sayısı artarken, Anadolu ve Balkanlar'da yeni topluluklar oluştu.
10. Yüz yıl sonlarına doğru Bogomil toplulukları içinde hiyerarşik bir yapı gelişmeye başladı: rahipler ve inananlar birbirinden ayrıldı. Dua ve oruç, kesinlikle uyulması zorunlu uygulamalar haline geldiler; giderek törenlerin sayısı ve ayrıntısı arttı. Bir köylü hareketi olarak başlayan akım, 12. yüz yıl sonlarında, ayrıntılı törenleri ve Hıristiyanlıktan giderek uzaklaşan düalist eğilimleri olan bir manastır tarikatı biçimine dönüştü.
12. Yüz yılın başlarında, Bogomiller'i baskı altına almak amacıyla Kilise örgütlenmeye koyuldu. Bunun üzerine Bogomiller Balkanların kuzeyine çekildiler. Buradan yola çıkan Bogomil misyonerleri Dalmaçya, İtalya ve Fransa'ya kadar yayıldılar. Bazı dönemlerde Bogomilizm, devlet düzeyinde de başarılar kazandı. Örneğin; 13. Yüz yılın ilk yarısında Ban Kulin (1180-1214) yönetimi sırasında Bulgaristan ve Bosna'da resmi din olarak kabul gördü.
Bogomilizm 'in tüm tarihi boyunca sürdürdüğü bir başka belirgin özelliği ise, değişkenlik ve koşullara uyum sağlama yeteneğidir. Bu bağdaştırmacı nitelik, onlara çağrı etkinliklerini sürdürebilme ya da baskıları atlatabilme fırsatını tanımaktaydı. Bogomiller, diğer dinlerle ya da din dışı akımlarla bağdaşmaktan çekinmezlerdi. Bu eğilim zamanla daha belirgin biçime dönüştü ve 13. Yüz yıldan başlayarak Bogomilizm daha sik olarak Paganizm, büyü ve batıl inançlar ile iç içe geçti.
14. Yüz yılda Bogomilizm giderek etkisini yitirdi ve Osmanlıların Bulgaristan'ı (1393) ve Bosna'yı fethetmelerinden sonra (1463) Bogomiller'in büyük çoğunluğu İslam dinine geçti.
Oysa Bogomilizm'in dinsel etkileri uzun süre devam etti. Güneydoğu Avrupa'da Bazı Bogomil inanç ve kavramları "Apokrifalar" (gizli ya da aslı olmayan İnciller) aracılığı ile yayılmayı sürdürdü. Ortaçağ süresince bu bölgede bir kaç Apokrifa, Jeremias adında bir Bogomil papazının adı ile bağlantılı biçimde elden ele dolaşmaktaydı. Ne var ki, bu kitapların hiçbiri Aslında Jeremias'a ait değildi. Örneğin; tüm Ortaçağ Avrupa'sında iyi tanınan "The Wood of the Cross" (Haçın Tahtası) adlı Apokrifa, Gnostik kökenli "Nicodemus İncili"nden alınmaydı. "İsa Nasıl Rahip Oldu" adındaki bir diğer Apokrifa, Bizanslılarca uzun zamandan beri biliniyordu. Bogomiller, bu eski metinlere düalist unsurlar eklemişlerdi. "Haçın Tahtası" adlı Apokrifanin Slovence çevirisi "Tanrı dünyayı yarattığı zaman, yalnızca kendisi ve Satanael vardı… " diye başlamaktaydı. Bu kozmogonik motifin çok yaygın olduğu bilinmektedir, ancak Güneydoğu Avrupa'daki Slavca uyarlamalarda Şeytanın rolü alabildiğine abartılmıştı. Kimi Gnostik tarikatların modelini izleyen Bogomiller, Şeytana verdikleri önemi abartarak, düalist yaklaşımlarını güçlendirme yolunu seçmişlerdi.
Benzer biçimde "Adem ve Havva" adındaki Apokrifaya da Bogomiller, Adem ve Şeytan arasında gerçekleştirilen bir anlaşma hakkında bir bölüm eklemişlerdi. Bu anlaşma uyarınca, dünyayı yaratan Şeytan olduğu için, Adem ve soyundan gelenler, İsa'nın gelişine kadar Şeytana ait olacaklardır. Bu temaya bugün bile Balkan folklorunda rastlanmaktadır.
Bu Apokrifaları yorumlama yöntemi "Interrogatio Iohannis" adlı tek otantik Bogomil metninde açıklanmaktadır. İsa ile İncilci Yahya arasında geçen bir konuşmayı içeren söz konusu metin engizisyon görevlileri tarafından Güney Fransa'da Latince'ye çevrilmiştir. Konuşmanın konusu dünyanın yaratılısı, Şeytanin düşüşü, Enoch'un göğe yükselişi çevresinde geçer. Aslında metinde yer alan bir çok bölüm diğer Apokrifalardan ve "İncilci Yahya 'nın Soruları" adında 12. yüz yıla ait Slavca bir yapıttan alınmıştır. Halbuki, anlatının özündeki teoloji tümüyle Bogomil inançlarını yansıtmaktadır. Yine de bu metnin özgün bir Bogomil yapıtı mi, yoksa Yunanca'dan bir çeviri mi olduğu hakkında kesin bir yargıya varılamaz. Öğreti açısından bu yapıtın büyük olasılıkla eski Apokrifalardan yola çıkılarak Bogomiller tarafından derlendiği söylenebilir.
Önemli olan Bogomil Apokrifalarının birkaç yüz yıl boyunca halkın dinsel inançları üzerinde oynadığı roldür. Bogomilizm'le Şeytana verilen önem, Tanri'nin edilgenligi ve anlaşılmaz aldırışsızlığı – tüm bu unsurlar ilkel dinlerde de sıkça görülen "Deus Otiosus" motifinin ifadesi olarak düşünülmelidir. Bu inanışlara göre, dünyayı ve insani yaratan Tanrı, Yaratılısın sonuçları ile ilgilenmez, cennete çekilir ve yapıtının tamamlanmasını bir doğaüstü varlığa, yani "Demiurgos"a bırakır
11. Yüz yılın başlarından itibaren İtalya, Fransa ve Güney Almanya'da Bogomil misyonerlerinin etkinlik gösterdikleri biliniyor. Örneğin, bu misyonerlerin Orleans'ta birçok soyluyu ve hatta rahipleri bile kendi inançlarına çekmeyi başardıkları tarih belgelerinde yer alıyor. Ne var ki, Fransa kralı Robert bunları ortaya çıkarmakta ve yargılamakta gecikmedi. Batının ilk düalistleri 28 Aralık 1022 tarihinde ateşte can verdiler. Yine de akım yayılmasını sürdürdü. Bu kez İtalya 'da yerleşmiş olan Bogomil temelli Katlar (Yunanca Katharos –saf, temiz- anlamına gelen bu isim 1163 yılından itibaren kullanılmaya başlandı) inancı Provence ve Languedoc yörelerine, hatta Pireneler'e kadar misyonerler göndermeye başladı. Provence bölgesindeki topluluklar dört piskoposluk altında örgütlendiler ve 1167 yılında Toulouse'da bir konsül toplandı. Bu konsüle İstanbul Bogomil piskoposunun katıldığı ve bu fırsattan yararlanarak Güney Fransa'da birçok kişiyi kendi kökten düalizmine yönelttiği biliniyor. İşte böylelikle Bogomil öğretisi zaman içinde benzer düalist öğeleri içeren Katlar öğretisine dönüştü.
Bulgar Çariçesi Maria-Irena'nin amcası İstanbul Patriği Theophilaktes, damadı Bulgar Çarı Petro'dan iki endişe dolu mektup alır. Çar, Bulgaristan'da ortaya çıkmış yeni bir dinsel, ama Kilise karşıtı akımı anlatmakta ve bu akımla Nasıl bas edilmesi gerektiğini sormaktadır. Konuya eğilen Patrik, bu akımın Paflikyanlar'ın yeniden canlanması olduğuna karar verir. 954 Tarihli yanıtında, bu akımı iyi bildiğini ve bu kişilerin Kilise öğretisine geri çağrılmaları gerektiğini yazar. Ancak Patrik'in yanıtı, bu akımı alışılagelmiş bir sapkınlık olarak açıklamasına karşın, bunun Bulgaristan'da yeni ortaya çıkısına şaşırdığını ve bundan pek etkilendiğini açıkça sergilemektedir.
Bogomilizm'den ikinci kez söz eden kişi bir Ortodoks Bulgar papazı olan Kozmas'tır: "Çar Petro 'nun zamanında Bulgaristan'da Bogomil adlı bir papaz yasıyordu. O, Bulgaristan'a sapkınlığı eken ilk kişiydi". Kozmas, bu satırları içeren ve 977 yılında kaleme aldığı risalesinde, Bogomilizm'in yeşermesine olanak sağlayan Ortodoks Kilisesinin tembellik ve savurganlığına çatmaktadır.
Bogomil'e göre dünya kötüydü, çünkü İsa'nın kardeşi ve Tanrı'nın diğer oğlu olan "Satanael" (Şeytan) tarafından yaratılmıştı; Şeytan, Eski Ahitteki kıyıcı Tanrı "Yehova" dan başkası değildi. Büyük olasılıkla Bogomil, 6. ile 10. yüzyıllar arasında Anadolu'da yaygın olan Paflikyanlar'in ve Messalianlar'in düalist inançlarından etkilenmişti. Bogomil akiminin inanışlarına göre Ortodoks kilisesinin törenleri, kutsal eşyalar ve ikonalar, Aslında Şeytan tarafından yaratıldıkları için anlamsız ve yararsızdılar; Haçtan da nefret etmek gerekliydi, zira İsa Haçın üzerinde işkence çekmiş ve öldürülmüştü; Geçerli olan tek dua, gece ve gündüz dörder kez yinelenmesi gereken "Bizim Babamız" duasıydı.
Bogomiller'in kozmolojik ilkeleri arasında Baba ile iki oğlu önde geliyordu. Baba süper kozmik yörelerde, İsa göklerde, Satanael adlı büyük oğul dünyada egemendiler. Satanael adı, "Tanrı'ya karşı gelen" anlamına geliyordu. Çoğu Düalist topluluklar her iki oğlu da, küçüğünü sevgiden büyüğünü ise korkudan, yüceltiyorlardı.
Paflikyanlar'in Şeytanı Tanrı'nın büyük oğlu olarak gördüklerine dair bir kanıt yoktur. Bu nedenle söz konusu öğretinin kökeni doğrudan Bogomiller'e dayandırılır. Doğal olarak Bogomiller, hiç kuskusuz Şeytanin kötülük ortakları olarak toprak ağalarını ve soyluları görüyorlar; yeryüzünün tüm mallarını ve zenginliklerini reddediyorlardı. "Eğer iyi bir Tanrı varsa, kötülükler nereden geliyor?" İşte Bogomiller'in yanıt bulmaya çabaladıkları soru buydu.
9. ve 10. yüz yıllarda Trakya'daki koşullar feodalitenin gelişmesine elverişliydi. Küçük toprak sahibi köylülerin aleyhine güçlü bir feodalitenin boy vermesi, köylü sınıfının sefaletine neden olmaktaydı. Bölgenin sahne olduğu sürekli savaş durumu halkın omuzlarına her gün artan vergiler yüklemekte, yoksulluğa düşen köylüler bir koruyucu (prostasia) aramak zorunda kalmaktaydılar. Aşırı ölçüde sert geçen 927-928 yılı kişini izleyen korkunç bir kıtlık ve veba ile birkaç yıl yinelenen kötü hasat, feodal sınıfa halka ait toprakları olabildiğince düşük fiyatlarla ya da birkaç besin maddesi karşılığında satın alma olanağını vermişti. Bu ekonomik koşullar hiç kuskusuz Bogomil propagandasının yayılmasına yardımcı olmaktaydı. yaygın sefalet, bir yandan Bogomiller 'in çağrısına uygun zemin hazırlarken, diğer yandan gelişen bir feodalitenin oluşmasını hızlandırıyordu. Tüm kudret ve zenginlikler bir azınlığın elinde toplanıyordu. Bu sosyal dengesizlik Bogomiller'in sert karşı çıkışlarına yol açmaktaydı.
Bogomil inancının sosyo-politik temeli, Bulgar köylüsünün toprak ağalarına karsı gelişen tepkisi olmuştur. Bu tepki yadsıyıcı, olumsuz, bozguncu bir tepkiydi ve hiç kuskusuz Çar Petro ve oğullarının dönemlerinde Bulgaristan'ın gerilemesine yol açmıştı. Kozmas'ın risalesini yazdığı dönemde Bogomilizm yeni gelişen bir akımdı ve kısa süre önce Bizans İmparatoru Yohan Tzimises, Philippopolis (Filibe) civarındaki yörelere Paflikyanlar'ı göçe zorlamıştı. Bu bağlamda, hoşnutsuzluk yaratan ekonomik durumun ve yörede aniden ortaya çıkan düalist Paflikyan inançlarının Bogomilizm'in temelini oluşturduğu düşünülebilir. Genel kural olarak Bogomil öğretisi, Gnostik akımlardan aktarılmış düalizm ile olabildiğince tam uygulanması istenen Hıristiyan öğretisinin arasındaki gizli ya da açık karsılaştırmalarda belirginleşiyor. Bir akımın ilerleyip gelişmesi, yalnızca diş etkiler ve üyelerinin ateşli çabalarıyla açıklanamaz. Ortam elverişli, insanlar etkilenmeye hazır olmalıdır. Bu koşullar, o dönemde Bulgaristan ve Bosna'da yeterince bulunuyordu.
Bogomiller ne et yiyorlar, ne de şarap içiyorlardı; evliliğe de karsıydılar. Topluluklarında hiyerarşik bir düzen yoktu. Birbirlerine günah çıkartıyorlar, birbirlerini affediyorlardı. Zenginleri eleştiriyorlar, soyluları aşağılıyorlar ve sıradan insanları, edilgin bir direniş göstererek, efendilerine bas kaldırmaya davet ediyorlardı. Bogomil akiminin basarisi, Kilisenin zenginlik ve ihtişamı ile papazların değersizliklerinin yarattığı düş kırıklığından kaynaklanan toplu bir adanmışlıkla açıklanabilir. Ancak asil etken, giderek yoksullaşan ve toprak köleliğine bile razı olan Bulgar köylülerinin, toprak sahiplerine ve Bizans işbirlikçilerine duydukları nefretti.
Ortodoks inançlarına bu denli karsı çıkan bir öğretinin, ister istemez bölgenin sosyal yaşamının tüm öğeleri üzerinde önemli yankıları olmuştu. Özellikle Kilise ile Devlet çıkarlarının böylesine iç içe olduğu bir dönemde Ortodoks inancının reddi, kaçınılmaz olarak yasalara bir başkaldırı ve toplumsal düzenin tümüne yöneltilmiş bir meydan okumaydı. Bogomiller halkı sivil itaatsizliğe çağırıyorlardı: efendilerine itaat etmemeyi, zenginleri hor görmeyi, Çardan nefret etmeyi, Çar'a hizmet edenleri alçak olarak değerlendirmeyi, soyluları gülünç duruma düşürmeyi, her ırgata ağası için çalışmayı reddetmeyi öğütlüyorlardı. Bu sosyal anarşizme karsı Kilise, siyasi yetkenin kutsallığını ileri sürerek karsı çıkmaya çabalıyor, Çar ve soyluların Tanrı tarafından görevlendirildiklerini ileri sürüyordu.
Ancak bu toplumsal anarşizmin rolü abartılarak, Bogomiller Ortaçağın komünistleri gibi değerlendirilmemelidir. Bogomilizm'in eşitlik ilkesi, yoksulluk ve ahlaki saflık arayışlarından türemiştir. Feodaliteye karsı savaşımları adeta Yılık ve Kötülük arasındaki kozmik savasın toplumsal düzeye oturtulması gibidir. yalnızca bu anlamıyla bile Bogomilizm, feodalitenin gelişimine karsı koymuştur ama, esas olarak hiçbir zaman bir politik akım biçimine dönüşmemiştir. Bogomiller her şeyin üstünde dinsel vaizler olarak kalmışlar, sivil işlevlere ilgi duymamışlardır.
Gönüllü yoksullukla birlikte, çalışmanın Bogomiller tarafından hor görülmesi, gezgin keşiş tipini ortaya çıkarmıştır. Bu nitelik, Paflikyanlar'dan çok Messalianlar'a özgüdür. Bogomiller'in edilgin tutumları, onları Paflikyanlar'dan ayıran en önemli özellikleridir. Bogomiller'e verilen diğer bir ad olan ve Türkçe "torba" sözcüğünden türemiş olan "Torbeshi", gezgin Bogomil keşişlerinin omuzlarına astıkları ve içine aldıkları sadakaları koydukları torbadan kaynaklanmaktadır.
Günümüzde Torbeshi adı, Makedonya'nın Müslüman Bulgarları olan Pomak'lara verilen bir addır. Bizans İmparatoru II. Basil'in 1018 yılında Bulgaristan'ı fethinden sonra, birçok Bulgar soylusu zorla İstanbul'a yerleştirilmişti. Bu soylular ve hatta Bazı Bizanslı papazlar tarafından kabul edilen Bogomilizm kendi teolojisini geliştirme çabasını sürdürdü. Ne var ki, bu teolojik çabalar sonunda Bogomil akımı ikiye bölündü. Şeytanin yetkesini kabul ederek, onu ezeli ve mutlak bir Tanrı olarak görenler "Dragovitsa Kilisesi " adıyla örgütlendiler (Dragovitsa, Trakya ile Makedonya sınırı üzerinde bulunan bir köyün adıydı). Şeytani İsa 'nın kötü kardeşi olarak gören eski Bogomiller ise "Bulgarlar" adını aldılar. Dragovitsa kolunun mutlak bir düalizmi, Bulgarların ise ilimli bir düalizmi savunmalarına karşın, iki grup birbirine hoşgörü ile bakmaktaydı. Bu dönemde Bogomilizm hızlı bir atılım gösterdi ; üyelerinin sayısı artarken, Anadolu ve Balkanlar'da yeni topluluklar oluştu.
10. Yüz yıl sonlarına doğru Bogomil toplulukları içinde hiyerarşik bir yapı gelişmeye başladı: rahipler ve inananlar birbirinden ayrıldı. Dua ve oruç, kesinlikle uyulması zorunlu uygulamalar haline geldiler; giderek törenlerin sayısı ve ayrıntısı arttı. Bir köylü hareketi olarak başlayan akım, 12. yüz yıl sonlarında, ayrıntılı törenleri ve Hıristiyanlıktan giderek uzaklaşan düalist eğilimleri olan bir manastır tarikatı biçimine dönüştü.
12. Yüz yılın başlarında, Bogomiller'i baskı altına almak amacıyla Kilise örgütlenmeye koyuldu. Bunun üzerine Bogomiller Balkanların kuzeyine çekildiler. Buradan yola çıkan Bogomil misyonerleri Dalmaçya, İtalya ve Fransa'ya kadar yayıldılar. Bazı dönemlerde Bogomilizm, devlet düzeyinde de başarılar kazandı. Örneğin; 13. Yüz yılın ilk yarısında Ban Kulin (1180-1214) yönetimi sırasında Bulgaristan ve Bosna'da resmi din olarak kabul gördü.
Bogomilizm 'in tüm tarihi boyunca sürdürdüğü bir başka belirgin özelliği ise, değişkenlik ve koşullara uyum sağlama yeteneğidir. Bu bağdaştırmacı nitelik, onlara çağrı etkinliklerini sürdürebilme ya da baskıları atlatabilme fırsatını tanımaktaydı. Bogomiller, diğer dinlerle ya da din dışı akımlarla bağdaşmaktan çekinmezlerdi. Bu eğilim zamanla daha belirgin biçime dönüştü ve 13. Yüz yıldan başlayarak Bogomilizm daha sik olarak Paganizm, büyü ve batıl inançlar ile iç içe geçti.
14. Yüz yılda Bogomilizm giderek etkisini yitirdi ve Osmanlıların Bulgaristan'ı (1393) ve Bosna'yı fethetmelerinden sonra (1463) Bogomiller'in büyük çoğunluğu İslam dinine geçti.
Oysa Bogomilizm'in dinsel etkileri uzun süre devam etti. Güneydoğu Avrupa'da Bazı Bogomil inanç ve kavramları "Apokrifalar" (gizli ya da aslı olmayan İnciller) aracılığı ile yayılmayı sürdürdü. Ortaçağ süresince bu bölgede bir kaç Apokrifa, Jeremias adında bir Bogomil papazının adı ile bağlantılı biçimde elden ele dolaşmaktaydı. Ne var ki, bu kitapların hiçbiri Aslında Jeremias'a ait değildi. Örneğin; tüm Ortaçağ Avrupa'sında iyi tanınan "The Wood of the Cross" (Haçın Tahtası) adlı Apokrifa, Gnostik kökenli "Nicodemus İncili"nden alınmaydı. "İsa Nasıl Rahip Oldu" adındaki bir diğer Apokrifa, Bizanslılarca uzun zamandan beri biliniyordu. Bogomiller, bu eski metinlere düalist unsurlar eklemişlerdi. "Haçın Tahtası" adlı Apokrifanin Slovence çevirisi "Tanrı dünyayı yarattığı zaman, yalnızca kendisi ve Satanael vardı… " diye başlamaktaydı. Bu kozmogonik motifin çok yaygın olduğu bilinmektedir, ancak Güneydoğu Avrupa'daki Slavca uyarlamalarda Şeytanın rolü alabildiğine abartılmıştı. Kimi Gnostik tarikatların modelini izleyen Bogomiller, Şeytana verdikleri önemi abartarak, düalist yaklaşımlarını güçlendirme yolunu seçmişlerdi.
Benzer biçimde "Adem ve Havva" adındaki Apokrifaya da Bogomiller, Adem ve Şeytan arasında gerçekleştirilen bir anlaşma hakkında bir bölüm eklemişlerdi. Bu anlaşma uyarınca, dünyayı yaratan Şeytan olduğu için, Adem ve soyundan gelenler, İsa'nın gelişine kadar Şeytana ait olacaklardır. Bu temaya bugün bile Balkan folklorunda rastlanmaktadır.
Bu Apokrifaları yorumlama yöntemi "Interrogatio Iohannis" adlı tek otantik Bogomil metninde açıklanmaktadır. İsa ile İncilci Yahya arasında geçen bir konuşmayı içeren söz konusu metin engizisyon görevlileri tarafından Güney Fransa'da Latince'ye çevrilmiştir. Konuşmanın konusu dünyanın yaratılısı, Şeytanin düşüşü, Enoch'un göğe yükselişi çevresinde geçer. Aslında metinde yer alan bir çok bölüm diğer Apokrifalardan ve "İncilci Yahya 'nın Soruları" adında 12. yüz yıla ait Slavca bir yapıttan alınmıştır. Halbuki, anlatının özündeki teoloji tümüyle Bogomil inançlarını yansıtmaktadır. Yine de bu metnin özgün bir Bogomil yapıtı mi, yoksa Yunanca'dan bir çeviri mi olduğu hakkında kesin bir yargıya varılamaz. Öğreti açısından bu yapıtın büyük olasılıkla eski Apokrifalardan yola çıkılarak Bogomiller tarafından derlendiği söylenebilir.
Önemli olan Bogomil Apokrifalarının birkaç yüz yıl boyunca halkın dinsel inançları üzerinde oynadığı roldür. Bogomilizm'le Şeytana verilen önem, Tanri'nin edilgenligi ve anlaşılmaz aldırışsızlığı – tüm bu unsurlar ilkel dinlerde de sıkça görülen "Deus Otiosus" motifinin ifadesi olarak düşünülmelidir. Bu inanışlara göre, dünyayı ve insani yaratan Tanrı, Yaratılısın sonuçları ile ilgilenmez, cennete çekilir ve yapıtının tamamlanmasını bir doğaüstü varlığa, yani "Demiurgos"a bırakır
11. Yüz yılın başlarından itibaren İtalya, Fransa ve Güney Almanya'da Bogomil misyonerlerinin etkinlik gösterdikleri biliniyor. Örneğin, bu misyonerlerin Orleans'ta birçok soyluyu ve hatta rahipleri bile kendi inançlarına çekmeyi başardıkları tarih belgelerinde yer alıyor. Ne var ki, Fransa kralı Robert bunları ortaya çıkarmakta ve yargılamakta gecikmedi. Batının ilk düalistleri 28 Aralık 1022 tarihinde ateşte can verdiler. Yine de akım yayılmasını sürdürdü. Bu kez İtalya 'da yerleşmiş olan Bogomil temelli Katlar (Yunanca Katharos –saf, temiz- anlamına gelen bu isim 1163 yılından itibaren kullanılmaya başlandı) inancı Provence ve Languedoc yörelerine, hatta Pireneler'e kadar misyonerler göndermeye başladı. Provence bölgesindeki topluluklar dört piskoposluk altında örgütlendiler ve 1167 yılında Toulouse'da bir konsül toplandı. Bu konsüle İstanbul Bogomil piskoposunun katıldığı ve bu fırsattan yararlanarak Güney Fransa'da birçok kişiyi kendi kökten düalizmine yönelttiği biliniyor. İşte böylelikle Bogomil öğretisi zaman içinde benzer düalist öğeleri içeren Katlar öğretisine dönüştü.
8/20/2007
Alan Moore
18 kasım 1953 te Northampton İngilterede doğan ünlü ingiliz yazar ve çok ünlü karikatürist olan Moore Grafik Roman, İzleyici, V for Vendetta, Cehennemden Gelen (From Hell) gibi eserlere imza attı. Bunlardan V for Vendetta ve From Hell filme çekilmiştir. Aynı zamanda ateşin sesi (Voice of the Fire)'e imzasını atmıştır. Moore çizimlerini yetişkin temalı olarak gerçekleştirmiş bir karikatür öykücüsüdür.
Moore aynı zamanda büyücülük sanatı ile de ilgilenmiştir. Roma yılan tanrısı Glycon ile ilişkiye girebildiğini iddia etmiştir.
Moore 17 yaşlarında çizim sanatı ile ilgilenmeye başlamıştır. 1970'lerin başlarında çizer olarak bazı işlere girmiştir. Curt Vile takma adı ile Underground'u yazmış ve çizmiştir. Bazen de Steve Moore (soyadı benzerliği var sadece.) ile çalışmıştır. Jill de Ray takma adı ile Sihirli Kedi Maxwell (Maxwell the Magic Cat) çalışmasına imza atmıştır. Marvel UK (Birleşik Kırallık Mucizesi), 2000 AD (Milattan sonra 2000) ve Savaşçı (Warrior)'ı yazmaya konsantre olmuştur. Marvel Doctor Who Magazine ve Star Wars haftalık yayınında çıkmış Captan British (Kaptan Amerikaya alternatif)ve 2000 AD, Future Shocks ve Time Twisters de basılmıştir.
Alan Moore çalışmaları DC Comics editörlerince dikkate şayan bulunmuştur. 1983'te Swamp Thing, için kiralanmıştır. Fantezi ve korku dünyasına böylece iyice bir giriş yapmıştır. Moore bazı kült hikayelere imza atmıştır örneğin Omega Adam, Viglantine'nin iki hikayesini yazmış; bazı Batman ve Süpermen hikayelerini koordine etmiştir. En ünlü hikayeleri Batman Öldüren Şaka, Süpermen Yarın İnsanlığa Her Ne Olursa? sayılabilir.
1986 da İzleyici ile ilgili grafik hikayeler oluşturmuştur. Hikayede 1940'larda soğuk savaş ve nükleer silahlanma sonucu oluşan bir süper kahraman kaleme alınmıştır. Bu hikayelerde Amerika Birleşik Devletlerinin kanun dışılığı ve kışkırtmacı tutumu göz önune konmak hedeflenmiştir. Karakterlerde nerolojik, normal dışı, seksüel yanlışlıklar, megolomanyaklık, hüzünlü karakterler göze çarpmaktadır.
Moore kendinin ticari bir meta olarak görülmesinden rahatsızlık duymuş ve yetişkin yazıtına girişmiştir. Marvelman miraccle man olarak amerikan piyasasına sunulmuştur. Bu isim değişikliği Marvel Comics firmasından kaynaklanmaktadır. Moore, Lloyd ile V for Vendetta işine girişmiştir. Bu iş de 1989 da bitirilmiştir.
Süper Kahramanların Alacakaranlığı kapsamında pek çok işe DC çatısı altında imza atmıştır. "Alacakaranlığın Tanrıları" kapsamında iyi ve kötü arasındaki çekişme anlatılmıştır. Hikayeler ikiye ayrılmış kahramanlar çerçevesine oturtulmuştur. Bir gurup Çelikler Evi içinde toplanmıştır; Wonderwoman Supermen bu guruptur. Bir diğer gurup da şimşekler evidir bunda ise Wonder Ailesi vardır. Arada bir aile ilişkileri kavramı oluşturulmuştur.
Daha sonraları Isık Getirici'de (Not: çok enteresan bir isim dimi? Latincesi bir şeyi hatırlatıyor bana!) bir CIA habercisi konu alınmıştır. Benoît Mandelbrot'in kaos teorilerine dayalı kavramlar oluşturulmuştur. İki seri katilin konu edildiği Taboo çalışmasını yapmıştır. Stephen R. Bissette tarafından bu çalışmalar Cehennemden Gelen (From Hell) olarak düzenlenmiştir. On yıl alan bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Kayıp Kızlar (Moore'un ikinci karısı olacak olan Melinda Gebbie de bu çalışmada bulunmaktadır.) Seksüel anlamlar taşıyan bir Alice Harikalar Diyarında uyarlaması, Peter Pan ve hatta Oz Büyücüsü.
More daha sonraları pek çok işte çalışmıştır. Örümcek Adam, Doktor Strange, Demir Adam, Fantastik Dörtlü ve Avangagers. Tabi Alan Moore pek cok iş yapmıştır. Örneğin Promethia (Prometyus) çalışmasından büyüden ökütizme oradan da mistizim ile kapabalaya kadar gezinen bir çizgide hikaye kurgulamıştır.
Cehennemden Gelen ve Gerçekdışı Centilmenler Locası 20th Century Fox tarafından film olarak uyarlanmıştır. Gerçek hikaye ile bazı farklılıklar bulunmaktadır. Ondan esinlenirek oluşturulmuş bir diğer film Constantine'dir. Worner Bross V for Vendetta'yı film haline getirmiştir.
Eserlerini kısaca soyle değerlendirebiliriz. Miracle man post modernizm izlerini üzerinde taşıyan bir yapıdır. Tamamen çocuksu bir anlatım göze çarpar Amerika'daki Captain Marvel'in İngiliz versiyonudur. V for Vendetta'da İngiliz savaşçı bir kişi incelenmiştir. William Blake Anarşizmi rahatlıkla gözlenebilir. Karakter bazı yerlere V harfi çizer (Zorro'ya benzer) bir modern RobinHood karakteridir. Gelecekte İngiltere'de faşist bir lider gurubu oluşur (Hitlere çok benzemektedir.) V halkı direnmek için kışkırtmakta ve parlamentoyu yok etmek isteyen bir kahramandır. V pek özel bir süper kahraman özelliği sergilemez; etkileyici konuşur ve zekasını kullanır (filminde de replikler çok uzundur). Swamp Thing bir bitkisel yaratığın bir formül ile gelişmesi ile ilgilidir.Bilinen tüm çizgi roman olayları vardır denebilir. Lenf bezlerinden beyin salgılarına her şeyle ilgilidir.Demon Spectre, Bilinmeyen hayalet ve Ceset karakterleri arasında geçer. Bazı özel çalışmaları içerir. Watchmen (ki isim olarak watcher kavramı da bize bir şeyler çağrıştırmalı) Vietnam ve Soğuk Savaşın içerisinde geçen bir gurup kayran hikayeleridir. Yine özel güçler vardır. En bilinen eseri belki de Cehennemden gelendir.ocult rutuel işleri barındıran bir katil peşinde Victoria Londra'sında geçen bir öyküdür (Not: Aklıma gelmişken çok güzel komplo teorileri yazan Harun Yahya bu filme referans vererek masonluğa çok enteresan yorumlar yapmıştır. Alan Moore'un ant-sami tutumunu birde bilseymiş keşke. Sanırım iyice okumaları lazım yazarları da.)
Bayramlar
Satanistler Bir yılı Sekiz eşit parçaya bölmektedirler. Bu parçaların her geçişi bir satanist bayramdır. Bu günler aynı zamanda tüm eski dinlerde de kutsallardı. Hıristiyan Avrupalılar eski paganların bu kutsal günlerini kendilerine adapte etmişlerdir (çalmışlardır). Fakat bu günler satanistler olarak özel anlamlara sahiptirler.
Bu bayram günlerinden hariç satanistler ayın tam dolu olduğu günleri de önemserler. Ayrıca her satanistin bir adet de gardiyan demonu bulunur. Sayet bu demon bir Geotia demon ise o gün de o Satanist olarak kutsal kabul edilebilir.
Doğanın hareketleri eski pagan inançlar için her zaman önemli olmuştur. Satanizm en eski dindir ve pagandır bu nedenle doğa hareketleri ve dönemleri satanizmde anlam yüklenen olaylardır. Ayrıca bu bayramlar diğer satanist dinler (Luciferianizm, WitchCraft, Wicca) için de önemlidir. Pek çok tarihisel bayram satanizmden çalınmıştır ve Hıristiyanlığa adapte edilmiştir. Pek çoğu Kelt'lere mahsus bayramlar olarak anılmaktadır ama aşağıdaki tatillerin hepsi eski milletlerde de uygulanmaktaydı..
31 Ekim, Samhain veya Halloween
Samhain kelime anlamı yazın bitişi demektir. Eski Kelt'ler bu güne kutlu göz demişlerdir. Zamanla Bu kelime Halloween olmuştur. Bu gün batıda kutlanan korku bayramıdır. Wicca'lar bu günü yeni yılın başlangıcı kabul ederler. Satanizmde takvim bağımlılığı bu anlamda yoktur. Satanizmden gelen bir gelenek olduğu için korku faaliyetleri ile Hıristiyan toplumlara geçmiştir fakat eski toplumlarda şarap içilen yemek yenen ailecek oturulduğu özel bir gündür.
21-22-23 Aralık, Kış Solstice'si veya Yule
Aralık 21 Yule Döneminin başlangıcıdır. Wicca'lar sadece 21i kullanır 22 si en uzun gecedir. Bu gecenin sonunda oğlak burcuna girilmektedir. Satan işaret olarak horoskopta tam 23 aralık gecesine oturur. Bu nedenle Satanizmde en önemli kabul edilen gece bu gecedir. Yılbaşı seremonileri Satanist dinden Hıristiyanlıkça çalındığı için Satanistler yılbaşı kutlamalarına katılırlar içki içerler, aileleri ile birlikte olurlar ve sevdiklerine hediyeler verirler.
Satanistler 22sini 23üne bağlayan gece özel bir ayin gerçekleştirirler. Bu ayin Satan'ın demonografik sigilleri (veya Baphometh sigili) üzerinden yapılır. Satanizmin Asıl gecesi bu geçedir.
31 Ocak, Şubat Ağzı veya Imbolc veya Candlemass veya Oileck
Şubatın 1inden 2sine kadar sarkan bir bayramdır. Hıristiyanlar bu günü de yazık bir şekilde Aziz Brigit'in günü olarak kendilerine adapte ettiler. Şubat 2yi ise Candlemass ilan ettiler. Eskiden bu günde Ana tanrıçalara baharı getirdiği için tapılırdı. Bahar berekete açılan kapıdır. Kadın tanrılar yaratma özellikleri ile zaman içerisinde yine sami dinde oldu gibi tek tanrı üzerine anlamlar yükleme metodu ile doğa ana ile özdeşleşti. Kadın figür doğurganlıkla Doğa Ana kavramına kavuşunca ki daha ziyade Istıhar figürüne benzemektedir. Anne kavramından yola çıkılarak bu gün Hıristiyanlarca İsa'nın annesi Azize Meryem'e "Bakire Meryem'e Saygı Günü" şeklinde adapte edildi. Gerek Aziz Brigit gerekse Azize Meryem'e Saygı günleri eski medeniyetlerde Imbolc olarak kutlanmaktaydı.
21 Mart, Vernal Ekinoksu veya Lady Day veya Hanımlar Günü
Baharın Ortasına varılmıştır. Gündüz ve Gece eşitlenmiştir. Doğanın en verimli anı bu andır tüm doğada bir çiftleşme çılgınlığı görüntüleri, enerji patlamıştır. Martın 21inden sonraki ilk dolunaya "Ostara" denir. Bu gün bereketi simgeleyen tavşan ve yumurta ile ilişkilendirilmiştir. Hıristiyan dini Bu günü Easter olarak kendi içerisine almıştır (çaldı demiyorum artık.). Venus gezegeni ile ilişkilendirilmiş tüm dişi tanrılar bu günün bereketini taşır. Bacaklarının arasındaki derin oluklar kaynar suları ile doldurulmak ister. Bu durma bereketin gelişi denir.
30 Nisan, Beltaine veya Mayısın Gözü
Bu gün baharın sonu yazın başlangıcına işaret eder. Satanizm de Beelzebub ile ilişkilendirilen bir gündür. Her yer eşitlenir. Beelzebub çok önemli bir demondur. Sümer medeniyetinde ona Enlıl denirdi. O Enkı'nin kardeşidir ve üst düzey bir demondur. Gençler eğlenirler evli çiftler ise bir gecelik ayrı dolaşabilirler ve geleceğe kadeh kaldırabilirler. Hıristiyanlar Aziz Walpurga günü olarak adapte ettiler, bu gün Almanya'daki Hıristiyanlarca kutlanmaktadır.
21 Haziran, Yaz Solstıcesi veya Litha
Yunan tanrısı Pan ile ilişkilendirilen aynı zamanda Satan'ın yaratmasına tekabul eden gündür. Bu gün aynı zamanda yazın ortasıdır ve en uzun güne tekabül eder. Aynı zamanda bu gün güneşin tanrısı Amon ile de ilişkilendirilir. Amon Satanın oğullarından biridir. Eski mısırda ismi Ra ile birleşerek Amon-Ra olarak zikredilmiş Amon bir ön isim olarak anılır olmuştur. Hıristiyanlar bu günü bereket ile ilişkisinden dolayı Aziz Vaftizci John günü olarak (çalmışlardır) kutlamaktadırlar.
31 Temmuz, Agustos Gözü veya Lughnassad
Lughnassad gülme oyunu / gülücüklerin eylenceli oyunu olarak anlamlandırılan bir kelimedir. Bu gün aynı zamanda Satan'ın çocuklarına atfedilmektedir. Hristiynalar "Lammas" adı ile bu günü kutlamaktalar. Bu gün için ekmekler yapmaktadırlar.
21 Eylül, Sonbahar Ekinoksu veya Hasat Evi veya Mabon
Eski mitolojilerde güneş tanrısının ışığını yitirdiği günlerin başlangıcı olarak geçer. Güneş tanrısının yerini ikizi karanlıklar tanrısı alır. Ekinlerin toplanmaya başlanması gerektiğine işaret eden gündür. Hıristiyanlar 25 Ekimde Michaelmas adı altında bir gün kutlarlar. Bu gün ona tekabül eder. WitchCraftlar bu güne Mabon demektedirler. Paganlar gibi Satanistler de bu günü Mabon olarak anar.
Bu bayram günlerinden hariç satanistler ayın tam dolu olduğu günleri de önemserler. Ayrıca her satanistin bir adet de gardiyan demonu bulunur. Sayet bu demon bir Geotia demon ise o gün de o Satanist olarak kutsal kabul edilebilir.
Doğanın hareketleri eski pagan inançlar için her zaman önemli olmuştur. Satanizm en eski dindir ve pagandır bu nedenle doğa hareketleri ve dönemleri satanizmde anlam yüklenen olaylardır. Ayrıca bu bayramlar diğer satanist dinler (Luciferianizm, WitchCraft, Wicca) için de önemlidir. Pek çok tarihisel bayram satanizmden çalınmıştır ve Hıristiyanlığa adapte edilmiştir. Pek çoğu Kelt'lere mahsus bayramlar olarak anılmaktadır ama aşağıdaki tatillerin hepsi eski milletlerde de uygulanmaktaydı..
31 Ekim, Samhain veya Halloween
Samhain kelime anlamı yazın bitişi demektir. Eski Kelt'ler bu güne kutlu göz demişlerdir. Zamanla Bu kelime Halloween olmuştur. Bu gün batıda kutlanan korku bayramıdır. Wicca'lar bu günü yeni yılın başlangıcı kabul ederler. Satanizmde takvim bağımlılığı bu anlamda yoktur. Satanizmden gelen bir gelenek olduğu için korku faaliyetleri ile Hıristiyan toplumlara geçmiştir fakat eski toplumlarda şarap içilen yemek yenen ailecek oturulduğu özel bir gündür.
21-22-23 Aralık, Kış Solstice'si veya Yule
Aralık 21 Yule Döneminin başlangıcıdır. Wicca'lar sadece 21i kullanır 22 si en uzun gecedir. Bu gecenin sonunda oğlak burcuna girilmektedir. Satan işaret olarak horoskopta tam 23 aralık gecesine oturur. Bu nedenle Satanizmde en önemli kabul edilen gece bu gecedir. Yılbaşı seremonileri Satanist dinden Hıristiyanlıkça çalındığı için Satanistler yılbaşı kutlamalarına katılırlar içki içerler, aileleri ile birlikte olurlar ve sevdiklerine hediyeler verirler.
Satanistler 22sini 23üne bağlayan gece özel bir ayin gerçekleştirirler. Bu ayin Satan'ın demonografik sigilleri (veya Baphometh sigili) üzerinden yapılır. Satanizmin Asıl gecesi bu geçedir.
31 Ocak, Şubat Ağzı veya Imbolc veya Candlemass veya Oileck
Şubatın 1inden 2sine kadar sarkan bir bayramdır. Hıristiyanlar bu günü de yazık bir şekilde Aziz Brigit'in günü olarak kendilerine adapte ettiler. Şubat 2yi ise Candlemass ilan ettiler. Eskiden bu günde Ana tanrıçalara baharı getirdiği için tapılırdı. Bahar berekete açılan kapıdır. Kadın tanrılar yaratma özellikleri ile zaman içerisinde yine sami dinde oldu gibi tek tanrı üzerine anlamlar yükleme metodu ile doğa ana ile özdeşleşti. Kadın figür doğurganlıkla Doğa Ana kavramına kavuşunca ki daha ziyade Istıhar figürüne benzemektedir. Anne kavramından yola çıkılarak bu gün Hıristiyanlarca İsa'nın annesi Azize Meryem'e "Bakire Meryem'e Saygı Günü" şeklinde adapte edildi. Gerek Aziz Brigit gerekse Azize Meryem'e Saygı günleri eski medeniyetlerde Imbolc olarak kutlanmaktaydı.
21 Mart, Vernal Ekinoksu veya Lady Day veya Hanımlar Günü
Baharın Ortasına varılmıştır. Gündüz ve Gece eşitlenmiştir. Doğanın en verimli anı bu andır tüm doğada bir çiftleşme çılgınlığı görüntüleri, enerji patlamıştır. Martın 21inden sonraki ilk dolunaya "Ostara" denir. Bu gün bereketi simgeleyen tavşan ve yumurta ile ilişkilendirilmiştir. Hıristiyan dini Bu günü Easter olarak kendi içerisine almıştır (çaldı demiyorum artık.). Venus gezegeni ile ilişkilendirilmiş tüm dişi tanrılar bu günün bereketini taşır. Bacaklarının arasındaki derin oluklar kaynar suları ile doldurulmak ister. Bu durma bereketin gelişi denir.
30 Nisan, Beltaine veya Mayısın Gözü
Bu gün baharın sonu yazın başlangıcına işaret eder. Satanizm de Beelzebub ile ilişkilendirilen bir gündür. Her yer eşitlenir. Beelzebub çok önemli bir demondur. Sümer medeniyetinde ona Enlıl denirdi. O Enkı'nin kardeşidir ve üst düzey bir demondur. Gençler eğlenirler evli çiftler ise bir gecelik ayrı dolaşabilirler ve geleceğe kadeh kaldırabilirler. Hıristiyanlar Aziz Walpurga günü olarak adapte ettiler, bu gün Almanya'daki Hıristiyanlarca kutlanmaktadır.
21 Haziran, Yaz Solstıcesi veya Litha
Yunan tanrısı Pan ile ilişkilendirilen aynı zamanda Satan'ın yaratmasına tekabul eden gündür. Bu gün aynı zamanda yazın ortasıdır ve en uzun güne tekabül eder. Aynı zamanda bu gün güneşin tanrısı Amon ile de ilişkilendirilir. Amon Satanın oğullarından biridir. Eski mısırda ismi Ra ile birleşerek Amon-Ra olarak zikredilmiş Amon bir ön isim olarak anılır olmuştur. Hıristiyanlar bu günü bereket ile ilişkisinden dolayı Aziz Vaftizci John günü olarak (çalmışlardır) kutlamaktadırlar.
31 Temmuz, Agustos Gözü veya Lughnassad
Lughnassad gülme oyunu / gülücüklerin eylenceli oyunu olarak anlamlandırılan bir kelimedir. Bu gün aynı zamanda Satan'ın çocuklarına atfedilmektedir. Hristiynalar "Lammas" adı ile bu günü kutlamaktalar. Bu gün için ekmekler yapmaktadırlar.
21 Eylül, Sonbahar Ekinoksu veya Hasat Evi veya Mabon
Eski mitolojilerde güneş tanrısının ışığını yitirdiği günlerin başlangıcı olarak geçer. Güneş tanrısının yerini ikizi karanlıklar tanrısı alır. Ekinlerin toplanmaya başlanması gerektiğine işaret eden gündür. Hıristiyanlar 25 Ekimde Michaelmas adı altında bir gün kutlarlar. Bu gün ona tekabül eder. WitchCraftlar bu güne Mabon demektedirler. Paganlar gibi Satanistler de bu günü Mabon olarak anar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)